ANSİAD, Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat'ta meydana gelen ve binlerce can kaybı, yaralanma ve yıkıma sebep olan depremlerin yaşandığı bölgede yapılan incelemeler sonrası, bir rapor hazırladı.
ANSİAD, Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat'ta meydana gelen ve binlerce can kaybı, yaralanma ve yıkıma sebep olan depremlerin yaşandığı bölgede yapılan incelemeler sonrası, bir rapor hazırladı.
2023 Kahramanmaraş Depremi Afet Tespit ve Öneri Raporu
06 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen iki büyük deprem, başta 11 ilimizi doğrudan olmak üzere bütün ülkemizi deriden etkiledi. Yaşamış olduğumuz bu büyük deprem felaketi, 50 bine yakın can kaybı ve 115 bin kişinin yaralanmasına neden olarak korkunç bir yıkıma yol açmıştır. Milyonlarca insanımız evsiz kalmış, tarihi eserlerle birlikte kentlerimizin tarihi yok olmuştur.
ANSİAD Yönetim Kurulu olarak bu depremde hayatlarını, yakınlarını, geleceklerini kaybeden vatandaşlarımız ve ülkemizin geleceği adına şu tespit ve önerilerimizi kamuoyu ile paylaşmayı aynı zamanda tarihe de not düşmeyi görev olarak kabul ediyoruz.
1- Depremin Yol Açtığı Büyük Can Kaybının Sorumluluğu Üstlenilmelidir
Depremin boyutları ne kadar büyük olursa olsun, deprem risklerinin bilinmesine rağmen gerekli hazırlıkların yapılmaması ve afet yönetiminin gerekli hızda yürütülememesinin sonuçları göz ardı edilemez.
Kahramanmaraş merkezli yaşanan bu depremde, Türkiye genelinde ve deprem bölgesinde deprem riskine ve deprem durumunda afet yönetimine ilişkin olarak gerekli hazırlıkların ve çalışmaların yapılamadığı anlaşılmıştır. Depremin üzerinden haftalar geçmesine rağmen beklenen depreme karşı gerekli hazırlıkların neden yapılmadığı ve deprem sonrası müdahalede neden bu kadar eksik kalındığı hususunda bir sorgulama hala yapılmamıştır. Yunanistan’da 46 kişinin yaşamını kaybettiği tren kazasına karşı gösterilen hassasiyet bizim 50 bine yakın can karşısında gösterdiğimiz hassasiyetten daha yüksektir. İlgili kurumların, karar ve yetki mercilerinin, bakanlıkların, belediyelerin, Kızılay ve AFAD’ın, meslek kuruluşlarının, medyamızın, sivil toplumumuzun, siyaset dünyamızın bu sorumluluğu üstlenmemesi normal karşılanamaz.
Demokrasinin amacı 5 yılda bir seçim yapmak değil, bütün kurumların her gün hesap vererek vatandaşın vicdanını tatmin etmesidir. 50 bine yakın can kaybının sorumluluğu birkaç yüz müteahhit, mühendis ve bürokrattan ibaret kalamaz, böyle bir felaketin öncesinde ve sonrasında hatası, kusuru, eksiği, yanlışı olan herkes gereğini yapmak zorundadır.
2- Deprem Bölgesindeki ve Bölge Dışındaki Depremzedelerin Yaşam Koşulları Hızla İyileştirilmelidir
Deprem bölgesinde Hatay, Kahramanmaraş, Malatya yoğun olmak üzere 240 bin civarında bina, 850 bin civarında bağımsız birim (konut, işyeri, köy birimleri) yıkılmış veya yıkılacak durumdadır. Ayrıca 4 bin bina ve 166 bin bağımsız birimin orta hasarlı, 431 bin bina ve 1 milyon 600 bin bağımsız birimin ise hafif hasarlı olduğu belirlenmiştir. Hasar tespitlerinin tamamlanmasıyla bu rakamların bir miktar daha yükselmesi mümkündür. Dolayısıyla da 5 milyon civarında insanın evsiz kaldığı anlaşılmaktadır.
Hükümet tarafından yaklaşık 1 milyon aileye 10 bin TL yardım yapılmış, bunun dışında taşınma ve kira destekleri sağlanmıştır. Bölgeden kamu kurumları tarafından transfer edilen 3,3 milyon civarında kişinin göç ettiği tahmin edilmektedir. Bunların içinde 1,1 milyon vatandaşımız yurt ve misafirhanelere, 137 bin vatandaşımız ise otellere yerleştirilmiştir. AFAD’ın açıklamasına göre çadırlarda 1 milyon 440 bin, konteynerlerde 34 bin kişiye hizmet sunulmaktadır. Konteyner sayısının artırılarak 500 bin kişilik bir kapasiteye ulaşması hedeflenmektedir. Kamu tarafından diğer bölgelere transfer edilenlere yurt ve misafirhanelerde barınma ve yemek hizmeti sunulmakta, belediyeler ve STK’lar tarafından da ayni yardımlar sağlanmaktadır.
Deprem bölgesinden en büyük göçü Mersin’in almış olduğu görünmekte, Antalya’ya göç eden depremzede sayısının ise 200 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Hükümet tarafından bölgede 1 yıl içerisinde yaklaşık 500 bin konut ve işyeri inşa edileceği, konutların 20 yıl vadeli faizsiz krediyle, işyerlerinin ise 8 yıl vadeli düşük faizli krediyle depremzedelere sunulacağı açıklanmıştır.
Şu aşamada üzerinde durulması gereken husus çadırlarda yaşayan 1,4 milyon kişinin ve diğer bölgelerde geçici olarak misafir edilen depremzedelerin 1 yılı nasıl geçireceğidir. Gelecek kış dönemi de dikkate alınarak bölgede daha yaşanabilir geçici barınma koşullarının sağlanması gereklidir.
Bu çerçevede;
• Suriye hükümeti ve Avrupa Birliği’yle iş birliği yapılarak deprem bölgesindeki Suriyeli göçmenlerin ülkelerine dönüşleri için gerekli koşullar sağlanmalıdır.
• Deprem bölgesinde çadır kentler yerine eğitim, sosyal ve ticari yaşamı başlatacak biçimde konteyner kentler oluşturmaya öncelik verilmelidir.
• Bölgede tarım, sanayi, hizmet sektörlerinin canlanması için kısa çalışma ödeneği dışında çalışanların vergi ve SGK prim kesintilerinin düşürülmesi gibi istihdam teşvikleri sağlanmalıdır.
• Diğer bölgelerdeki depremzedelerin yurtlarda veya otellerde geçici konaklamalarının uzun süre devam edemeyeceği dikkate alınarak alternatif çözümler geliştirilmelidir. Depremzedelere bir yıl konaklama imkânı sağlayabilecek otel bölgeleri belirlenmeli ve bu konaklamanın mali yükü otellere bırakılmadan karşılanmalıdır.
• Depremzedelerin yoğun göç alan, konut fiyatlarının ve kiraların zaten çok hızlı biçimde arttığı Antalya ve Mersin gibi illerde değil, nüfus kaybeden il ve ilçelerde kurulacak konteyner kentlere transferleri düşünülmelidir. Bu konteyner kentler ülkemizin deprem riskleri ve konut sorununun ciddi bir boyuta ulaştığı dikkate alınarak çok amaçlı kullanıma sürekli sunulabilecek, il ve ilçelerin ekonomilerine kalıcı katkı sağlayacak, uzun dönemde yurt veya tatil amacıyla kullanılabilecek biçimde tasarlanarak kurulmalıdır.
• Bu planlamalar yapılarak illerde kalacak olan depremzedelere yönelik eğitim programları, ekonomik ve sosyal yardımlar Afet Koordinasyon Merkezi ve STK’ların iş birlikteliğiyle etkin koordinasyon sağlanarak planlanmalıdır. Bu planlama yapılırken her kurum, kuruluş ve STK’nın rol ve görevi belirlenmelidir.
• Deprem bölgesiyle birlikte depremzedelerin yoğun olduğu il ve ilçe kaymakamlıkları ile belediyelerine deprem fonundan gerekli pay verilmelidir.
3- Deprem Bölgesinin Yeniden İnşası Yeni Bir Bölgesel Kalkınma Vizyonuyla Planlanmalıdır
• Büyük bir yıkımla karşı karşıya kalan ilçelerin yeniden inşası sadece konut inşası olarak değil, yeni bir kentleşme anlayışını içeren, cazip ekonomik ve sosyal yaşam imkanlarına sahip kent inşası olarak planlanmalıdır.
• Kısa vadeli planlar dışında uzun vadeli bölgesel kalkınma stratejisi belirlenerek bölgede yeni üretim merkezlerinin kurulması öngörülmelidir. Yeni sanayi ve tarım yatırımları teşvik edilmelidir. İstanbul ve Marmara bölgesi başta olmak üzere deprem riskinin yüksek olduğu sanayi bölgelerindeki tekstil, giyim, gıda, kimya, çimento ve yapı malzemeleri gibi sektörlerdeki tesislerin bölgeye transferlerine yönelik teşvikler artırılmalıdır.
• Bölgenin yeniden inşasında yenilenebilir enerji kullanımı gibi çevreci yaklaşımlar temel alınmalı ve yeniden inşa programı ülkemiz ekonomisine en yüksek katkıyı sağlayacak koşulları taşımalıdır.
4- Deprem Felaketinden Çıkarılması Gereken Dersler
4a) KAMU GÖREV VE HİZMETLERİ SİSTEMİ DEĞİŞMELİDİR
AFAD ve Kızılay gibi kurum ve kuruluşlarının siyaset üstü bir konumda kalmasının önemi deprem felaketiyle anlaşılmış bulunmaktadır. Teknik uzmanlık alanlarında bütün kurumlar kurumsal bağımsızlık ve liyakat esaslarıyla çalışmalı, Hükümet ve TBMM planlama ve performans denetimi dışındaki alanlara müdahale etmemelidir.
4b) AFET YÖNETİM SİSTEMİ DEĞİŞMELİDİR
• Ülkemizin afet yönetim sistemi değişmeli, afet yönetim ve müdahale örgütlenmesinde ulusal ve il bazlı yapılanmadan, ulusal-bölge-il-ilçe-mahalle birimlerini içeren yeni bir sisteme geçilmelidir.
• Afet yönetim ve müdahale sisteminde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin rolü ve hazırlıkları güçlendirilmelidir.
• Afet yönetim ve müdahale sisteminde bilişim teknolojilerinden hazırlık, erken uyarı, müdahale ve yardım gibi her süreçte etkin biçimde yararlanılmalıdır.
• Afet yönetim ve müdahale sisteminde sivil toplum kuruluşlarının planlama, denetim, müdahale süreçlerindeki rolleri güçlendirilmelidir.
4c) KENT PLANLAMASI SİSTEMİ DEĞİŞMELİDİR
• Türkiye mekân planlaması uzun vadeli dengeli, sürdürülebilir, dirençli kentler ve ekonomi yaratmak üzere yeni bir anlayışla hazırlanmalıdır.
• Taşıma kapasitesini aşan il ve ilçelerde yeni imarlar durdurulmalı, tersine göç hızlandırılmalıdır. Nüfusun dengeli dağılımı için otoyol ve demiryolu hatları yeniden planlanmalı, bakanlık kurumlarının, üniversitelerin, sanayi bölgelerinin, lojistik merkezlerin nüfusu az olan illere transferleri sağlanmalıdır.
• Kent imar planları, ulusal mekan planlarına göre en az 20 yıllık perspektifle hazırlanmalı ve halk oylamasına sunulmalıdır. İmar planları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Belediye meclislerine özel bir alan olmaktan çıkmalı, TMMOB, Baro gibi meslek kuruluşları plan hazırlığı, değişikliği ve onay süreçlerinde söz sahibi olmalıdır.
• İmar planında parsel bazlı plan değişikliklerine son verilmelidir. Zorunlu plan değişikliklerinde değer artışları kamuya transfer edilmelidir.
• Hazineye ve Belediyelere ait arsa ve araziler satılmamalı, tahsisler bölge ve sektör planlarına bağlı olarak sivil toplum katılımı ve onayıyla kararlaştırılmalıdır.
• Her türlü teknik veriden uzak imar barışı gibi uygulamalardan kesinlikle vazgeçilmelidir.
4d) KONUT ÜRETİM SİSTEMİ DEĞİŞMELİDİR
Mevcut durumda konut üretim sistemi verimsiz, maliyeti yüksek, şeffaf olmayan, kayıt dışılığın fazla olduğu, yerel demokrasiyi zayıflatan bir sistemdir. Türkiye’nin tasarruflarını ve kaynağını israf eden, gelir dağılımında adaleti bozan sistemin ekonomik, siyasi ve sosyal etkileri olumsuzdur. Bu sistemle konut maliyetleri aşırı yükselmiş ve konuta erişim neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Konuta erişimin kolaylaşması için sosyal konut projeleriyle bütçeden destek sağlanması yeterli, doğru, hakkaniyetli ve sürdürülebilir bir çözüm değildir.
Türkiye’nin konut üretiminde teknoloji, tasarım, enerji gibi her boyutta yeniliklerle yeni bir yol açması gereklidir.
Bu çerçevede;
• Arsa ve arazi mülkiyeti dokunulmaz bir alan olmaktan çıkmalı, kamu yararı çerçevesinde mülkiyet ve miras kuralları yeniden belirlenmeli, arsa, arazi ve konut spekülatif yatırım alanı olmaktan çıkarılmalıdır. Birçok gelişmiş ülkede uygulandığı gibi arazi mülkiyeti tarımsal üretim planlaması kurallarına tabi olmalı. Arsa ve konut mülkiyeti temerküzü katı bir vergilemeyle önlenmelidir.
• Konut üretim sektörü disiplin altına alınmalı, kayıt dışılığa hemen son verilmeli, sektörde yalnızca verimlilik ve kalite artışı sağlayacak ölçek ekonomisine uygun şirket ve kooperatiflerin faaliyet göstermesine izin verilmelidir.
• Konut üretiminde kamu-özel sektör ortaklığı halka açık, STK’ların yer aldığı yeni girişim modelleriyle güçlendirilmelidir.
• İnşaat ruhsatlandırması, belediyelerin harç, bağış gibi gelir alanı olmaktan tümüyle çıkarılmalıdır.
• Yapı denetim sistemi hemen değişmeli, imar planları ve yapı denetiminde ilgili bütün meslek kuruluşlarının (jeoloji, ziraat, çevre, şehir plancıları, inşaat, makine, mimar gibi) rol ve denetim yetkisi artırılmalıdır.
• Kentsel dönüşüm ve bina güçlendirmeleri sistemi bütünüyle değişmelidir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi deprem hazırlık çalışmaları örneğinde olduğu gibi hızlı, düşük maliyetli ve kamu öncülüğünün esas olduğu bir sistem yaşama geçirilmelidir.
4e) BÜTÜN İLÇELERİN DEPREM MASTER PLANLARI VE AFET YÖNETİM PLANLARI HEMEN HAZIRLANMALI VE HAZIRLIK SÜREÇLERİ BAŞLAMALIDIR
• Türkiye’nin fay hatları haritalarının yenilenmesi gerektiği bilinmektedir. Fay araştırmaları uluslararası kuruluşların desteğiyle hızlandırılmalıdır.
• Belediyelerin kent altyapılarını güçlendirme ve deprem hazırlık çalışmaları için yerel planlar STK’ların katılım ve denetimiyle hazırlanmalıdır.
• Emlak vergileri gerçekçi ve adaletli temelde güncellenmeli, tapu harçları gibi gelirlerden belediyelere pay verilmeli ve finansman sorunu ortadan kaldırılmalıdır.
• Bu alanlarda hızlı ve etkin ilerleme için mali, yönetsel şeffaflık ilkeleri yeniden belirlenmeli ve yaşama geçirilmelidir.
• DASK deprem ve afet sigortaları zorunlu hale getirilmelidir. Sigorta sistemi hem afet risklerini ölçen, fiyatlayan önleyici nitelikte hem de afet durumunda finansman ihtiyacını gerekli düzeyde karşılayan destekleyici nitelikte olmalıdır.
5- Türkiye Ekonomik Vizyonu Deprem ve İklim Değişikliği Risleri Dikkate Alınarak Yeni Bir Temele Oturtulmalıdır
Depremin fiziki ve mali hasar boyutu henüz tam olarak belirlenememiştir. Depremzedelere ilk dönemde sağlanan yardım ve destek GSYH’nın %1’i civarındadır. Yardımların bir yıl sürmesi halinde 500 milyar TL’ye yakın bir harcamaya çıkılabilecek, toplamda 2023 yılı GSYH’sının %2’si düzeyinde bir harcama anlamına gelecektir.
Depremin büyük maliyeti 800 bini aşkın konut ve işyeri yapımı, onarım, enkaz ve altyapı yenilenmesi maliyetidir. Bu inşanın yaklaşık maliyeti 1,5 trilyon TL’dir. Hükümet, yeni konut ve işyeri inşaatında kamunun finansman maliyetini üstleneceğini açıklamış ve konut inşa ihalelerini başlatmıştır. Dolayısıyla bu inşaatların kamuya yükü sınırlı olacaktır. Konut ve inşaat maliyetlerinde kamu bütçesinden ödemeler 2023 ve 2024 bütçelerini etkileyecektir. Bütçe gelirlerinin 2023 yılında yaklaşık 6 trilyon TL, 2024 yılında 8,5 trilyon düzeyinde olacağı, GSYH’nın 2023’te 20 trilyon TL’yi aşacağı olacağı, inşaat harcamalarının finansmanında Dünya Bankası, AKYB gibi kuruluşların uzun vadeli finansman imkanlarından yararlanılabileceği dikkate alınmalıdır.
Harcama ekonomik büyümeyi olumlu etkilemektedir. Bu nedenle harcama tümüyle ekonomik bir zarar olarak görülmemelidir. Bununla birlikte depremin parasal maliyeti karşılanabileceği, ancak bütçe açığı, enflasyon ve cari açık etkileriyle ekonomik dengelerde daha fazla bozulmaya yol açacağı da açıktır.
Kamu bütçe açığındaki artışa karşı kurumlar vergisinde yapılan düzenleme yeterli olmayacaktır ve bu konuda daha fazla önleme ihtiyaç duyulacaktır. Bu bütçe yükünün üretim ve yatırım üzerinden değil, kayıt dışı ekonominin vergilendirilmesiyle karşılanması daha doğru ve adil olacaktır.
Enflasyon ve cari açık artışının gündeme getireceği bir konu para politikası ve faiz oranlarıdır. Faiz oranlarını ve döviz kurunu düşük tutmak için harcanan çabanın sürdürülebilir görülmediği ve beklentileri olumsuz etkilediği açıktır. Cari açığın finansmanı hususunda tatmin edici bir programın açıklanmasına acilen ihtiyaç duyulmaktadır.
Depremin ekonomiye etkisi kısa vadeli etki olarak değerlendirilmemelidir. Depremden Türkiye ekonomisinin uzun vadeli gelişimi için dersler çıkarılmalıdır. Ülkemizde 7 milyona yakın konutun risk altında olduğu ve yenilenmesi gerektiği, bunun büyük bir ekonomik kayıp ve finansman ihtiyacı anlamına geldiği bilinmektedir. Beklenen büyük deprem riskleri, iklim değişikliği riskleri dikkate alınarak yıkımları beklemek yerine yeni kentlerin güçlü ve dirençli bir ekonominin temeli olması sağlanmalıdır.
Kentlerimizin depreme dayanıksız konut stoku dışında plansız büyüme, betonlaşma, trafik yoğunluğu, hava kirliliği, aşırı fosil enerji tüketimi özellikleriyle ekonomide verimliliği desteklemediği ortadadır.
Deprem ve iklim değişikliği risklerine hazır, fosil enerji tüketimini ciddi düzeyde düşürecek, akıllı sistemlerle su tasarrufu ve her tür atık tasarrufu sağlayacak, bilişim altyapısıyla geleceğin sektörlerinin gelişmesini destekleyecek, çağdaş eğitim ve sosyal altyapı donatılarıyla beşeri sermaye gelişmesini hızlandıracak yeni kent alanları kurarak inşaat maliyetlerinin ekonomiye yüksek katma değer sağlayacak yatırımlara dönüşmesini sağlayabiliriz.
6- Depremden Eğitim Sistemimizele İlgili Dersler Çıkarmalıyız
Depremin yol açtığı büyük yıkımda gündeme gelen konulardan birisi de mühendislik eğitiminin yetersizliğidir. Ülkemizde üniversite sayısında hızlı artışa karşılık eğitim ve öğretim kalitesinde artış değil, düşüş olduğu değerlendirmesi, kamuoyunda görüş birliği sağlanan az sayıda noktadan birisidir.
Son yıllarda inşaat ve yapı denetim yönetmeliklerinde çağdaş düzenlemeler yapılmış olsa da kurumlarda ve sektörde mimar ve mühendislerimizin bir kısmının bu yönetmelikleri uygulama ve denetlemede yetersiz kaldıkları bilinmektedir.
Yetkin mühendislik yasası acilen ele alınıp, uygulamaya geçilmelidir. Yapı denetim kuruluşlarında görev alan teknik elemanların yeterlilikleri sorgulanmalı, bu konuda çeşitli eğitim programları sonucunda açılacak sınavlarda başarı şartı getirilmelidir. Taşıyıcı sistem projelendirmelerinde kullanılan mesleki bilgisayar yazılımları ulusal ve/veya uluslararası üniversiteler tarafından akredite edilmelidir.
Deprem felaketiyle birlikte ülkemizde meslek liselerinin, teknisyenlik ve mühendislik eğitimlerinin sayısal olarak yetersiz kaldığı ve arama-kurtarma uzmanı ile teknisyen eğitimi gibi alanlarda yetişmiş kalifiyeli personellere daha fazla ihtiyacın olduğu daha net görülmüştür.
En önemlisi, orta öğretimde üniversite sınavı merkezli eğitimin coğrafya, jeoloji, deprem, iklim değişikliği, afet ve çevre gibi birçok konuda bilinçlenmeyi engellediği de artık görülmeli ve eğitim sistemimiz çağdaş bir temelde baştan sona yeniden ele alınmalıdır.
ANSİAD YÖNETİM KURULU